Her sabah evden çıktığınızda, içinizi başınıza bir şey geleceği korkusu mu sarıyor? Pekiyi, dünyanın bu kadar güvensiz bir yer olmasının sorumlusu kim?
Sistemin bitmek bilmeyen tüketim çılgınlığı dayatması, en sonunda hayatlarımıza kadar dayandı. Dünyanın her noktasından her gün şiddet olayı haberi geliyor. Pek çok ülkede o kadar doğal ki, beş dakika önce bomba patlayan caddede insanlar buluşuyor ve hayatlarına devam ediyor. Ülkemizde ise coğrafyasının paylaşılamazlığının sonucu şiddet eylemleri hızla artmaya devam ediyor.
Daha bu sabah İstanbul’un kalbi, Taksim Meydanı’nda bir canlı bomba saldırısı oldu. Neyse ki ilk belirlemelere göre ölen yok. 22 insanımızın yaralandığı bu saldırıyı sadece kınamak yeterli mi? Kınamaktansa şiddetin en önemli nedeninin hoşgörünün insan hayatından silinmesi ve onun yerine tahammülsüzlüğün yerleşmesi olarak görüp olay odaklı değil, olgu odaklı değerlendirmeler yapmayı daha uygun görüyorum. Çünkü bu olay, münferit bir olay değil… Planlanmış olmasını bir kenara bırakın. Bu şiddet eyleminin uygulayıcısının bombayı kendine bağlaması, insandan ‘canlı bombaya’ dönüşmesi nasıl bir ruh halinin sonucu?
Bir insanın zayıf olan diğer insanlara zarar verme dürtüsünün sonucu olarak, devletler başka toprakları işgal etti yıllar yılı. Dünyanın kimine göre,‘süper gücü’ bana ve birçoğuna göre ‘katili’ büyük ülkeler sınırlar ötesindeki fakir ve güçsüz ülkeleri daha da fakirleştirmek ve onlara hâkim olmak için ellerinden geleni yaptılar. Teröristler yaratıp etrafa saldırmalarını sağladılar. Yetmedi kendi ülkelerini hedef yapıp ‘haklılıklarını’ resmileştirdiler. Şiddet, daha çok şiddeti doğurdu.
Önce ne yapıldı? Tahammülsüz toplumlar yaratıldı. Farklılıkların tehdit olarak algılanılması sağlandı. Üst kimlikler, alt kimlikleri yok etsin diye, ironik bir şekilde alt kimliklere silah gücü sağlandı. “Böl, parçala, yok et!” diye bildiğimiz bu politika, bizleri ayrıştıran ve güçlü olanın güçsüz olanı yok etmesini haklı çıkarma yoluydu. Sağduyusuz halklar, bir arada kardeşçe yaşamak gibi bir tercih yapmak yerine acilen taraf olup bu politikaya çanak tuttular.
Sokağa çıktığınızda yanlışlıkla omzuna çarptığınız adamın özür dilemenize rağmen size saldırma potansiyeline sahip olması, bozulan eşyaya bile ‘tekme-tokat girişme’ eyleminin varlığı, çocuğun ya da kadının dayakla ‘terbiyesi’ ve yukarıda bahsettiğim gibi hakkını ‘insan öldürerek talep etme çelişkisi’ birbirinden ayıramayacağımız neden- sonuç ilişkilerine bağlı…
Yarattığınız tahammülsüz toplumun, şiddet eğilimini doğurması kaçınılmaz bir sonuç değil mi? “Biz böyle değildik. Neden böyle olduk?” diye dövünüp cevap arayanların günlük hayatında tercihsel, şekilsel, ırksal ve daha birçok farklılıkla ilgili yadırgar ifadeler kullanıp kullanmadıklarını bir düşünmelerini öneririm. Çünkü her şey öncelikle bize benzemeyenleri yadırgamakla başlıyor.
Terör eylemleri gerçekleştiren kişilerin bu kadar öfke ve nefreti nasıl beslediğini anlamak zor... Ancak bunun tedavisi için kendi çocuğumuzu yetiştirirken vereceğimiz hoşgörü duygusu sanıyorum çözümün başlangıcı olacaktır.
Anadolu kültürü, hoşgörü ve sevginin belki de dünyada bu kadar felsefi bir şekilde doğduğu ender kültürlerdendir. Bizler bu kültürü unuttukça, sevgi ve hoşgörü kavramlarının olmadığı bir toplum düzeni oluşturduk. Kadın ve erkeğin, farklı birçok ulustan insanın el birliğiyle mücadele ederek kurduğu bir ülkenin böyle acıları hak etmediğini söylemeye gerek yok. Ancak geriye doğru olan bu gidişi durdurmak için yeniden kadın ve erkeğin omuz omuza mücadeleye devam etmesinin, halkların kardeşliği bilincinin çok acil yeniden yüksek sesle telaffuzunun gerekliliğinin önemini vurgulamakta fayda görüyorum.
Her sorunun sevgiyle ‘Hayata Dokun’arak çözüleceğine inanmayı polyannacılık olarak saymayın. Zaten bunun tam tersinin uygulanmasının sonuçlarını yaşamıyor muyuz?
Makalem hakkında, görüş ve önerilerinizi http://www.hayatadokun.net/?page_id=6 sayfasından bana iletebilirisiniz. Hayata Dokun ilke kararları gereğince kimlik ve iletişim bilgileriniz 3. Kişi ve kurumlarla paylaşılmayacaktır.
Sevgi ve Saygılarımla.