Eğer İstanbul gibi bir şehirde yaşıyor ve yaşamanın yanında eş, anne ve iş kadını kimliklerinin hepsini bir koltukta taşımaya çalışıyorsanız “vay halinize” demek istiyorum… Ancak, biz kadınlar birçok karpuzu bir koltuğa rahatlıkla sığdırabilen, amma ve lakin bu durumu imgele(ye)meyen karşı cinslerimize anlatamadığımızdan, uzaylı muamelesi gören dünyalılarız…
Kadın ya da erkek hiç farketmez, eş yetkinliktelerse, yapılması gerekli işi aynı kalitede yapar diyorum, işte o kadar!
Şimdi anlatacağım hikayenin özü-özeti, İnsan Kaynakları Uzmanı olarak genç bir kadının maruz kaldığı kimlik çaresizliği artı hayatın gerçekleriyle yüzleşmesinin en çarpıcı örneklerindendir.
Buse’ye çocukluğundan itibaren, bileğinde bir altın bilezik olması gerekliliği anlatılır. Memur bir anne babanın kızına hayatta dik durması için verebileceği yegane nasihat da budur. Bu nedenle anne baba var gücüyle çalışır, didinir, Buse’yi bilezik sahibi yapar.
Buse, iletişim fakültesi mezunu olarak, öğrencilik yaşamı boyunca çalıştığı, muhabir olmak için koşturup didindiği gazetede çalışmaya başlar. Birkaç yıl sonunda balayı günlerini gazetede geçirmek koşuluyla bir gün izin alarak evlenir. Normal olarak, en mutlu günleri burnundan gelir…
Yaşam koşulları ağırlığını ikiyle çarp eşittir İstanbul koşullarıdır. Herkes gibi O da, insani şartlarda çalış(a)maz…
Evliliğinin ilk yıllarında kahramanımızın çalışma şartlarını bilen Erdem, zaman geçtikçe bu durumdan etkilenmeye ve söylenmeye başlar. Zaman zaman Pazar kahvaltılarına eşlik eden sol minör bilekböri uyarıları sonunda kavga kıyamet kopar…
Eş ve ev sorumluluğu yanında “işyerinde” var olan sorumluluk ve akabindeki sorunlar kartopunun yuvarlanarak koca bir kar kütlesi olmasına benzer…
Kahramanımızın aile olmanın gereklerini hakça yerine getir(e)memesi nihayetinde boşanmanın eşiğinde birkaç defa dönülür.. Asıl trajedi Buse bebek beklediğini öğrendiği gün başlar..
Burada birlik bir “essss” sessizliği çöker.. Kahramanımızın ikili kimlik çatışmasına bir de anne seçeneği eklenir.
Buse, hamileliği boyunca doktoruna hiçbir zaman çağırıldığı günlerde gidemez ve doğuma 4 hafta kala yasal iznini başlatmayacağı konusunda talimat alır. Buse, karnı burnunda haber peşinde koştururken Erdem’le problemleri de gittikçe artar. Nedeni, yazdığım töre cinayeti sebeb-i vaziyetinden, öncelikli kadın olma görevini hamileliği nedeniyle yerine getiremez, e bir de çalışmaktadır.. Daha ne olsun!!!
“Aşk, pasifloradan çok hoşanır” hanımlar..
Son tahlilde, doğuma teknik olarak iki hafta kala ofisten bir haber çekimi için çıkarken suyu boşalarak hastaneye kaldırılan Buse, hamileliği boyunca kontrollerini aksattığı ve fazlasıyla yorulduğu için doğum sırasında hem kendinin hem de bebeğin hayatının tehlikeye girdiğinden habersizdir.
Minicik bedeninden miniminnacık başka bir beden doğar, bir hafta müşayedede tutulduktan sonra taburcu olur. Akabinde iş akdinin son verilmesinden ziyade Erdem’in O’nu aldattığı gerçeğini kızıyla sindirmeye çabalar..
“Kimlik bunalımı” (her ne demekse),” aile içi şiddetli geçimsizlik”e evrilir. Artık 4 “yazıyla dört” kişilerdir.
“Kent kumalık sendromu” işte budur hanımlar.
İşe geri alım davası açar, emsalleri gibi lehine sonuçlanır.
Erdem’i geri alma davası açsa mıdır? Açmamalıdır, açmaz…
Buse “yaşamsal haklarını yok sayan” işte tekrar çalışmaya başlar. Hayat O ve bebeğiyle üstelik “boşanmış kadın” olarak artık daha zordur...
Düşünüyorum da, Henry Ford yüzyıllar önce emeğe mal ettigi "seri imalat" bilincinin bugün yasananlara neden olacagini bilseydi, tarih adami olma pahasina inaclarindan vazgecer miydi?
Devam edecek…