Kadının işgücü piyasasındaki konumu ve eğitim imkanlarından yararlanma durumuna bağlı olarak yoksulluğunun iki belirleyici özelliği karşımıza çıkmaktadır. İş piyasasında kadınların ikincil konumda olduklarını gösteren pek çok veri mevcuttur: İşgücü piyasasına katılımın düşük olması, katılım sağlandığında düşük ücretli işlerde istihdam edilme, kayıt dışı sektörde çalışma, fason çalışma, ücretsiz aile işçisi olma, elde edilen gelir üzerinde, (özellikle kırsal alanlarda), söz sahibi olmama-gelirden yoksunluk vb. gibi göstergeler bu farklılıkları belirlemektedir.
Kadınların işgücüne katılımı, sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir unsuru olarak kabul edilmekle birlikte, işgücüne katılım oranları düşük olup, yıllara göre azalma göstermektedir. Kanunlardaki eşitlikçi yapıya rağmen, kadının niteliksel gelişimini ve işgücü piyasasına girişini sağlayacak gerekli mekanizmaların oluşamaması bu düşüşün önemli nedenlerinden biridir ve Türkiye’de kadın istihdamı temel sorun alanlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir.
Köyden kente göçü yoğun olarak yaşayan ülkemizde, köyde işgücü içinde görülen kadın kente geldiğinde yeterli eğitim ve mesleki bilgi-beceriye sahip olmaması nedeniyle kent işgücü piyasasına girememekte, işgücü dışında kalarak genellikle ev kadını olmaktadır. İşgücüne katılmayan 100 kadından 63’ü işgücüne katılmama nedeni olarak "ev kadını" olmalarını göstermektedir. Bu olgu hem kırda hem de kentte kadının işgücüne katılımını azaltmaktadır. Gelir azlığı nedeniyle çalışmak zorunda olan kadın, sosyal güvencesiz düşük statülü-gelirli işlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Kadın işgücünün en çok istihdam edildiği ikinci sektör hizmetler sektörüdür. Bu sektördeki iş alanlarından bazıları özellikle "kadınlar için uygun alanlar" olarak toplumsal kabul görmüşlerdir. Üçüncü sektör olan sanayi sektörü, özellikle imalat sanayi halen kadın işgücünün oldukça sınırlı olduğu bir sektör olma özelliğini korumaktadır. Oysa aynı sektörde tekstil, gıda, hazır giyim gibi emek yoğun sanayi dalları için kadınlar halen tercih edilen işgücü konumundadır. Her iki sektörde de özellikle kayıt dışı işyerlerinde yoğunlukla kadın ve çocuk işgücü her türlü sosyal hak ve güvenceden yoksun şekilde çalıştırılmaktadır.
İşgücü piyasasına katılımın düşük olmasının yarattığı sonuç kadının erkeğe ömür boyu bağımlılık ilişkisidir. İstihdama katılımın düşük olmasına paralel bir biçimde istihdamın sağladığı olanaklardan -emeklilik gibi- yararlanamamak, sağlık hakkına eş üzerinden ulaşmak bu bağımlılığın temel sonuçlarıdır.
Türkiye’de kayıt dışı istihdamda kadınlar için önemli bir sorun alanını teşkil etmektedir. Kayıt dışı istihdamın cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, kadınların kayıt dışında çalıştırılma eğiliminin çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca kadınların yoğun olarak çalıştıkları tarım, tekstil ve hazır giyim sektörlerinin özellikleri de evde çalışmayı ve kayıt dışılığı belirleyen unsurlar olmaktadır.
Eğitim olanaklarından yeterince yararlanamamaları nedeniyle kadınların mesleki becerilerinin eksik olması, kadınların aile içindeki konumu (asıl gelir getiricinin erkek olması nedeniyle düşük ücretli çalışmaya rıza göstermeleri), iş gücü piyasasının uysal bireyleri olmaları, örgütlenme kapasitelerindeki eksiklikler, uzun çalışma saatlerine, sigortasız çalışmaya ses çıkarmamaları kayıt dışı istihdamın nedenleri arasındadır. Bu nedenle kayıt dışı çalışma ile yoksulluk arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır. Bir taraftan kayıt dışı sektör geliştikçe kadının yoksulluğu artmakta, öte yandan yoksulluk arttıkça kişiler güvencesiz işleri kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Eğitim imkanlarından yararlanamamak yoksulluğu kalıcılaştırmaktadır. Yoksul ailelerde eğitim için öncelik erkek çocuklarına verilmektedir. Özellikle kırla bağlantılı geleneksel aile yapısı, erkek çocuğunu yaşlılıkta dayanılacak bir güç, bakım sağlayacak kişi olarak görürken, kız çocuklarını elde ettiği-edeceği geliri bir başkasına “ele” götüren, gelirini kontrol edemez, kullanamaz görmektedir. Kız çocukları gelecek için iyi birer “yatırım” olmadıklarından ikincil bir konuma itilmektedir.
Kadınların toplumsal yaşama katılmalarında çalışma yaşamının önemli kurumlarında biri olan sendikalara katılımın düşüklüğü de etkilidir. Kadınların sendikalara katılımı sorunu üyelik ve örgütlenme ile yönetim ve karar mekanizmalarında yer alma olarak iki biçimde değerlendirilebilir. Birinci katılım düzeyi kadınları sendikaya üye olma yani kadın çalışanların örgütlenmesi ile ilgili sorunları barındırmaktadır. Bugün sendikalı kadınların çoğu geleneksel ve kayıt içindeki sektörlerde yer almaktadır. Oysa yukarıda ele alındığı gibi issizlik oranı, kayıt dışı ve güvencesiz islerde çalışma oranı kadınlarda çok daha fazladır. Bu durum sendikal örgütlenmeye de yansıyarak kadınların sendikalardan uzak kalmasına neden olmaktadır. Kayıt dışı ekonomide kadınların önemli bir yer tutması ve kadınların sendikal yapılardan dışlanması sorunu, kadınların mevcut örgütlenmelerden farklı olarak dünyada yalnızca kadınları örgütleyen sendika, sendika benzeri veya sendika-kooperatif bileşimli yapılarda bir araya gelmelerinde etkili olmaktadır. Sendikalı kadınların ise istek ve beklentilerinin toplu iş sözleşmelerinde yeterince yansıtılamaması, kadınların sendikalara karsı olumsuz bir bakış açısına sahip olmasına neden olmaktadır. Kadın çalışanların üyelik ve sendikanın şube ve genel merkez yöneticileri düzeyindeki durumları bu alandaki etkinliklerinin de sınırlı olduğunu göstermektedir. Kadınların yoğun olduğu işkollarında da durum değişmemekte, kadın ağırlıklı işyerlerinde bile sendika temsilciliği erkekler tarafından yürütülmektedir Üst düzey karar mekanizmalarında yer alan kadın sendikacılar da daha çok sosyal işleri düzenleyen ve etki alanlarının kısıtlı olduğu görevlerde yer almaktadırlar.
Kadınlar tarih boyunca ekonomik yaşamın aktif üyesidirler. Fakat kadınlara toplumda biçilen geleneksel rolleri nedeniyle ev dışında çalışması engellenmiştir. Eğitim imkanlarından yararlanamayan dolayısıyla iş gücü piyasasına katılamayan kadın, geleneksel ev hanımı rolü ile gelir elde etmek için zamanının da kalmamasını beraberinde getirmiştir. Kamusal alanının dışına itilen kadınlara yönelik bu tutum da kadınların yoksulluğunu artırmaktadır. Kadınların çalışma hayatına katılması, kadınların toplumda kendilerini özne olarak hissettirecek ve kendilerine olan özgüveni arttıracaktır. Oysaki cinsiyet faktörüne bağlı olarak kadınların iş yaşamından dışlanması kadının toplumda var olma savaşını daha da çıkmaza sokmaktadır. Kadınlar yapılan cinsiyet ayrımından dolayı sadece belli ve kariyer basamakları sınırlı olan mesleklere uygun görülmektedirler. Bu durum ise sistem tarafından fırsat eşitliği olarak değerlendirilerek sorun görmezden gelinmektedir.
Günümüz Türkiye’ sinde özel sektör serbest piyasa içerdiği ve dolayısıyla amaç sadece kâr olduğu için; geleneksel roller bu piyasa da önemini daha yitirmiş görünmektedir. Çünkü özel sektör, kamu sektörüne oranla pek çok üst düzey kadın yönetici bulundurmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ nın 10. maddesi "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, din ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." ibaresini kullanmaktadır. Zorunlu eğitim kesintisiz sekiz yıla çıkarılmış; evlenme yaşı Medeni Kanun’ da yapılan düzenleme ile 17 yaşı tamamlama zorunluluğu getirilmiştir. Ancak eğitim ile ilgili düzenlemeler, Medeni Kanun’ da yapılan değişiklikler Türkiye’de kadın sorunlarını ve özellikle de cinsiyet ayrımcılığının getirdiği kadının kamusal alandan dışlanmasını engelleyememiştir. Bunun en önemli nedenleri, kadının ekonomik özgürlüğünün olmaması ve yasal haklarını tam olarak bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal değerler, gelenek, görenekler kadının toplum içinde erkek ile eşit konumda bulunmasına engel olmaktadır. Türk toplumunun büyük bir kesiminde, hâlâ namus davası ve töre adına genç kadınlar ve kızlar öldürülmekte, tecavüz edilen kızlar ya tecavüzcüsü ile evlendirilmekte ya da aile meclisi kararı ile öldürülmektedir.
Burçak Cürül