Dayak ve yoksullukla geçen 23 yıl ve ölüme yolculuk. Gencecik bir kadının akıllara durgunluk veren trajedisi.
Az gelişmişliğin kalın duvarları arasında, görücü usulü ile evlendirildi. Evlendiği gün, kaderinin kendisi gibi olacağından korktuğu Ayşe’sini taşımaya başladı. Annesinin öldü(rüldü)ğü bugün Ayşe, bir buçuk yaşında..
Sözde “töre” kıskacı içinde, henüz 23 yaşındayken, İyonya'dan Mezapotamya'ya uzanan binlerce yıllık kültürün pençesine düşmüş gencecik kadın ve sert, soğuk ölümü ve ardında kalan bir buçuk yaşındaki kızı, Ayşe...
Ölen kadının ardından; boğuk, puslu ve sıcak havayı pencerenin arkasında seyrederken minicik kızı düşünerek kelimeleri bulmakta zorlanıyorum, tıkanıyorum...
Ve sonunda; "Hikayeyi dillendirmeliyim"i içselleştirerek eylemlendiriyorum:
Kadın, bir karadeniz kentinde babasız geçen çocukluk yılları ve kendini "süzmesi" adına gönderilen İmam Hatip Lisesinde geçen günlerin ardından, “artık sen oldun” ifadesiyle şanslı ise bir defa gördüğü bir adamla evlendirilir. Evliliğinin daha ilk haftasında, Ayşeciğini karnında taşıdığını bilemeden yediği dayakla hastaneye kaldırılır... Koca, inşaat işçisi, kolay mı? Kaslarını çalıştırarak kazandığı "yaşamlarına" idman derdinde!!!!
Kadın, yediği tekmelerin arasında zor bela doğurduğu kızını büyütürken, kendisine öğretilen tek yöne, dindarlığa yönelir.
Koca, Ayşe’nin doğumundan sonra bir nebze durulsa da gece ayazlarında aldığı her “hayır” cevabını fırsat bilircesine, ağır caza duruşmasındaki ifadesiyle "yumruk”larına hakim olamaz…
Öykünün bundan sonrası önemli; Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan kocaya "yaşam boyu hapis" cezası verilir; ardından da "kadın, kocasının birlikte olmak isteğine karşı koyarak onu tahrik etmiştir" gerekçesiyle "yaşam boyu hapis" cezasını 24 yıl ağır hapse çevrilir. Koca “af”larla yargı önünde “iyi hal”den “affedilerek” 6 yıl sonra cezaevinden çıkacak.
Bu “hafifletici” sebepleri yazanların, birkaç yıl öncesinde “intihara teşebbüs eden kız çocuklarını psikiyatr tedavisi yerine imam telkini” tavsiyeleriyle karşılaşmıştık. Bu nedenle beni şaşırtmadılar diyebilirim.
Demek ki, yasalarda dahi görünen o ki “sevişmek kadının KADINLIK görevidir” işte o kadar!
Biz hala teoride “eşit”iz diye avunalım, teoride bile değilmişiz! Hepimize birer imam telkini, yola gelir miyiz dersiniz?
Eleştirmeyi bırakalım; peki, medyaya yansıyan sözde “töre”, içini açıp bakınca “sevişmeyi reddetme, işini yapmama” cinayetinin faturasını kime çıkaralım?
Ben söyleyeyim hanımlar, bu cinayetin faturası şuan çocuk esirgeme kurumlarının birinde büyüyen Ayşe’ye çıkaralım. Anasız, yuvasız, kimsesiz, bir buçuk yaşındaki Ayşe’ye..
Evrim Gözener