Yazmaya başladığımdan beri yazı yazmak beni çok rahatlatan, zihnimi dinlendiren, bana sonsuz keyif veren, kendimi ifade edebildiğim yegâne uğraş oldu benim için. Yazarken kendim olduğum için, kendimle dertleştiğim ve hatta yüzleştiğim için, beynimi çalıştırırken aynı zamanda da dinlendirebildiğim için.
Lakin son birkaç gündür yazmaya varmıyor elim. Ne zaman otursam bilgisayarın başına ellerim titriyor, içim eziliyor değirmen taşları arasında kalmış buğday taneleri gibi, yazacağım konuyu düşündükçe. Yazamadan kapatıyorum bilgisayarı. Ama beynim beni bırakmıyor, o her zamanki bilmiş edasını takınıp “Aksine,” diyor; “yaz!” Sanki kolaymış gibi.
Görsel ve yazılı medyadan aldığımız haberler üzerine sarsıntı üzerine sarsıntı, travma üzerine travma yaşadığımız şu son dönemlerde gündeme düşen son haberle kanımızın çekildiğini hissettik toplumca. 13 yaşındaki bir kızın tecavüz davası sonuçlanmıştı. Karar, 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, yaptığının ahlaksızlık olduğunu bile bile 26 kişiyle rızasıyla birlikte olduğuydu. Bu ve benzeri durumlarda yaşadığım travmayı yaşadım tekrar. Suskunluk… Donmuşluk… Söyleyecek söz, verecek tepki bulamadım. Yazmayı geçtim, konuşamadım.
Türk Dil Kurumu’ nun yayımladığı sözlüğe başvurdum yine. Bir Türkçe öğretmeni ya da Türk Dili ve Edebiyatı mezunun alışkanlığıyla.
“Reşit: (Köken: Ar.) 1. Doğru yolu tutan. 2. İyi hareket eden, akıllı. 3. Ergin.”
Aynen böyle idi sözlükte “reşit” sözcüğünün anlamı. Bizim algıladığımız anlamıyla tamamen örtüşen. Aklı başında ve yaptıklarının sorumluluğunu alabilecek yaşa gelmiş olan birey olarak tanımlıyor toplumumuz reşit olan bireyleri. Ona rağmen reşit olanlar kendi yuvalarını kurana kadar aile koruması altında kalabiliyor manevi olarak, geleneklerimiz gereği. Ya da anne baba olmanın verdiği sorumluluk sebebiyle. Hal böyleyken insan ister istemez düşünüyor, bir insan reşit değilken ya da henüz reşit olma yaşına gelmemişken yaptıklarının farkında değil diye. Yaptıklarının akıllıca olup olmadığının ya da davranışlarının kendisi için iyi mi yoksa kötü mü sonuçlar doğuracağının farkında olmayan bir birey reşit olma yaşına gelmemiş birey. Bakınca, bir bireyin reşit olma yaşının 18 olduğunu görüyorsunuz. Bu durumda 18 yaşın altındaki tüm bireyler kendileri için neyin iyi ya da neyin kötü olabileceğinin ayırdında olamazlar. Dolayısıyla 18 yani reşit olunca, doğru yolu tutan bir ergin olunca sigara ya da alkol alış verişi yapabiliyorsunuz. Yine 18 yani reşit olunca evlenebiliyorsunuz. 18 yani reşit olunca oy kullanabiliyorsunuz. 18 yani reşit olunca bara ya da gece kulüplerine gidebiliyorsunuz. 18 yani reşit olunca ehliyet alabiliyorsunuz. 18 yani reşit olunca kürtaj olabiliyorsunuz. 18 değilseniz, yani henüz ergin olmamış iseniz bir velinin gözetiminde olmanız gerekiyor. Yürürlükteki kanunlar bu kadar açıkken, aynı şekilde reşit sözcüğünün anlamı da bu denli aşikâr iken 13 yaşındaki bir kıza 26 kişiyle rızasıyla birlikte olduğu söyleniyor. Bu cümleyi yazarken nasıl ellerim titriyor, nasıl içim acıyor ama yazmam gerekiyor bir şekilde, dönemin İstanbul Sosyal Hizmetler Müdürü bir gazete röportajında 13 yaşındaki o kız çocuğunun uğradığı tecavüzler yüzünden tam dört kez ameliyat olması gerektiğini söylemişken… Geçirdiği travmayı ne kadar zor atlattığından bahsetmişken…
Yaşadığı onca şeye rağmen, devlet koruması altında olduğu yılları boşa geçirmeyip okulunu başarıyla bitirebilmiş ve çalışıp kendi ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir birey olarak hayata dokunmayı başarabilmiş bu bireyin yaşadığı bütün o travmayı tekrardan yaşamayacağı düşünülebilir mi? Her şeye yeniden, sıfırdan başlayarak hayata tutunmuş bu bireyin tutunduğu bu dalın kırılmayacağı ya da? Hayata tutundurmayı bir şekilde başarabildiğimiz çiçeğimiz umuyorum, sırf bu sebepten, sırf geçmişte yaşadıklarının tekrardan beyninde canlanmasına sebep olduğumuz için soldurmayız. Çünkü o kadar eminim ki bu çiçeklerden o kadar çok olduğuna… Bu çiçek, bizim duyabildiğimiz, ya duyamadıklarımız?... Ve belki tam da bu yüzden bir daha duyamayacak olduklarımız?...