Gece, saat yaklaşık olarak 01.30… Uyku yok, radyoda kulağım… Bir program dinliyorum. Genellikle üniversite öğrencilerinin canlı yayına bağlanarak değişik konularda fikir beyan ettikleri ve büyük ölçüde eğlendikleri bir program bu, anladığım kadarıyla. Bu yayın ilkesinin bir kuralı olarak bu gece de 22 yaşında olduğunu söyleyen bir “bayan” katılımcı var telefonda. Konuşmalar, eğlence, kahkahalar… Nihayet telefon, iyi gece dilekleriyle kapatılacakken DJ’ in ağzından telefondakine ithafen “kadın” sözcüğü çıkıyor. O ana kadar coşku içinde eğlenen gencimiz, bir anda bu duruma son derece bozuluveriyor. “Kadın” olmak istemiyor telefondaki genç, “kız” olmak istiyor. İnat ve ısrarla bunu vurguluyor ve nihayet telefon görüşmesi sonlanıyor. Birden kalkıyorum. Hemen Türk Dil Kurumu’ nun hazırladığı Türkçe sözlüğe sarılıyorum. Aynen böyle yazıyor sözlükte:
“Kadın:
a. 1. Erişkin dişi insan, hatun, hatun kişi, zen, erkek veya adam karşıtı: Yanlarında, kendileriyle ahbaplık edecek dostlar, hizmetlerine koşacak kadınlar veya erkekler görmek isterler. -A. Ş. Hisar. 2. sf. Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan. 3. mec. Hizmetçi bayan. 4. esk. Bayan.”
“Kız:
a. 1. Dişi çocuk: Oğlu savaşın birinde şehit düştü, iki kızı da evlenip ücra yerlere gittiler. -Halikarnas Balıkçısı. 2. Üzerinde kadın resmi bulunan iskambil kâğıdı: Karo kızı. 3. ünl. Dişi cinsten birine daha yaşlı biri tarafından kullanılan bir seslenme sözü.”
Düşünmeye başlıyorum ister istemez, “kadın” olmaktan gurur duyan biri olarak. Mantık dersi geliyor aklıma. Herkesin bildiği basit bir önermeyi düşünüyorum: “Tüm kanatlılar uçar. Devekuşu da bir kanatlıdır. Tüm devekuşları uçar.” Sonra yukarıdaki durumu bu önermeye uyarlamaya başlıyorum: “Kadın, erişkin dişi insandır. Kız, dişi çocuktur. Her dişi çocuk 13–18 yaş arası erişkinliğe ulaşır. Öyleyse 22 yaşındaki bir genç bayan “kadın”dır.” sonucuna ulaşıyorum ister istemez. Ama bir yerde bir terslik var. Evet, bilimsel olarak kız çocuklarının genellikle 13- 18 yaş arası erişkinliğe ulaştığı kabul edilirken, Türk Dil Kurumu’ nun hazırladığı sözlüğe göre de bu yaş aralığından yani erişkinliğe ulaştıktan sonra kız çocukları artık birer kadın sayılıyorken, telefondaki bu genç “bayan” bunu bir türlü kabullenmek istemiyor. Kabullenmeyi geçelim, sanki kendisine hakaret edilmişçesine savunmaya geçiyor. Kadın tanımına bir kez daha bakıyorum. Şunu yakalıyorum bu kez: “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan.” Ama dikkat ediyorum ki bu, kadın tanımının ikinci anlamı. Yani bir Türkçe öğretmeni olarak söylersem bu, kadın tanımının yan anlamı demek oluyor. Zira biz Türkçe öğretmenleri Sözcük Düzeyinde Anlam konusunu işlerken bir sözcüğün yan anlamının, o sözcüğün Türkçe sözlükteki ikinci anlamı olduğunu söylüyoruz. Buradan da anlıyorum ki bizim genç bayanlarımız “kadın” sözcüğünün ikinci anlamına takılmış durumdalar. Çünkü acı bir gerçek olarak karşımızda şöyle bir öğrenilmişlik var:
“Kadın: Bakire olmayan.”
“Kız: Bakire olan.”
Buradaki alıntı da toplumsal sözlükten yapılmış oluyor bu durumda. İrdeleyince, üzerinde daha çok düşününce şu sonucu da çıkarabilirsiniz: Kadın, kötü olandır; kız, iyi olan. Kadın, kirli olandır; kız, temiz olan. Kadın, dokunulmuştur; kız, henüz ellenmemiş. Bu tanımlamalar dikkat ederseniz hep “kadın”ları, “kadın”lığı aşağılayan tanımlar. Oysaki düşündüğümüz zaman cinsiyet ayırt etmeksizin, her birimizin sonsuz güvendiğimiz; en sıcak, en huzurlu, en rahat yer olarak tanımladığımız anne, yani annemiz bir kadın. Benim aklıma ilk bu örnek geliyor ki farklı sektörlerde pek çok insan var, kadın vasıfları olduğu halde başarılara imza atan. Kadın olmak, kötü olmak demek değildir. Kadın olmak, başarısızlık demek değildir. Kadın olmak tam da aksine övünülecek bir durumdur bana göre. Dünyada sadece dişi olan yavrulayabiliyor. Bu dahi insan ırkındaki erişkin dişilerin, yani kadınların ne denli güçlü olduğunu göstermeye yetecekken, kadınların toplumsal dayatmalar yüzünden, ikinci sınıfa atılmaya çalışılması, hatta bazı durumlarda kadınlara söz hakkı dahi tanınmaması gerçekten kötü sonuçlar doğuruyor ve genç bir “kadın”ımızın kendini “kadın” olmaktan soyutlamasına kadar varabiliyor durum. Hal böyleyken “Neden “kadın” olmayı sevmiyor, bizim “kız”larımız?” sorusuna verebilecek cevabı bulduğuma sanıyorum, emin değilim; ancak bu sorunun çözümündeki sorumluluğun sadece “kadın”lara değil, “erkek”lere de ait olduğundan eminim.
Başak Kaya