Pek çok okuyucu burada sorunlu dindar davranışlarını eleştirdiğimizde, dine hakaret etmekle suçlar bizi. Dini bilmeden yorumlamaya çalıştığımızı varsayıp bir had bildirmeye, bir ayıplamaya girişirler. Oysa din hakkında bilgi vermek ya da dini eleştirmek kendi özelimde yapmayı tercih edeceğim bir şey değildir.
Ancak içinde yaşadığımız toplumu gözlemleyebilecek kadar insanları tanıyabiliriz. Yaptığımız gözlemler bize birçok tespit yapma şansı veriyor. Bu tespitler, söylediğiniz her şeyden hakaret, aşağılama anlamı çıkarmak için nöbet tutan kimileri için rahatsız edici olacaktır. Biz de rahatsız etmek için varız.
İslam coğrafyasının en önemli sorunu, yönetimlerin dine dayalı olması... Din bireysel olarak yaşanması gereken bir duygu olmaktan çıkar. Toplum ve devlet yasaları dine göre belirlenir. Bunun masum ve güzel bir çaba olduğunu söylemek de imkânsız. Bunun sebebi ise yönetimlerin dini bir biçim olarak seçmesinin sebebinin insanları rahat rahat yönetebilmek ve sindirebilmek olduğunu gördükçe dini yönetimlerin hiç iyi bir fikir olmadığını anlayabilirsiniz.
Din bireyin ahlaklı olmak ve Allah’ın istediği gibi biri olmak için yaşamına uyguladığı kurallardır. Bireyin tercihi olarak kaldıkça hiçbir sorun olmadığı gibi, kültürel olarak baktığınızda zengin bir değerdir ayrıca. Birey, dini yaşam biçimini başka insanlara da aşılamaya giriştiğinde sorunun ilk ayağı kendini gösterir. Bu başka bir meseledir. Bununla ilgili çok kez meramımızı aktardık. Aktarmaya devam ederiz.
Mesele dinin bireysel özgürlük alanı içinde olmaktan çıkıp toplumun ve devletin işleyişine yerleşmesiyle daha keskin bir hal alır. Çokça duyduğumuz gibi, “ne yapalım, her şey Allah’tan” gibi cümleler, ihmal sonucu ölen pek çok insanın ardından söylenir. Hele ki bu ölümlerin sebebi devletin ihmaliyse, devlet “Allah’ın dediği olur” türünden klişeleri öne sürüp oluşacak tepkileri engeller. Engeller, evet!
Ölüm gibi ciddi ve üzücü bir olaya gelene kadar pek çok kötü yönetilme sorunları da benzer boyun eğdirme yöntemleriyle çözülür(!) Ekonomik sorunlar; başta yoksulluk gibi her türlü sorun, ‘Allah’ın takdiri’ olarak görülür ve kabul edilir. O yüzden hiçbir direnç belirtisi görülmez. Hele ki dinle yönetilen toplumlar ve bizim gibi yarı dini yönetimlere sahip ülkelerin toplumları, yoksulluğuna sebep olan sistem sorunlarını asla irdelemeyi tercih etmez. Çünkü bunu yaptığında Allah’ın emirlerine, takdirine karşı çıkacağını zanneder. Ve devletten Allah’tan korktuğu gibi korkar.
Bunun çok basit tespitler olduğunun ve hepsinin birer klişenin açılımı olabileceğinin ve hatta temcit pilavı ezberlerden ibaret olduğunun farkındayım. Bu klişeler ve ezberler, maalesef ki aslında dine dayalı devletlerin ve bunun olması için Türkiye’de de çaba sarf edenlerin ezberinden kaynaklanıyor. Yüzyıllardır aynı sorunlu yönetimlerle yönetilen toplumların, gelişmesinin önündeki sorunlu din anlayışının ortadan kalkması ve bu sorunun çözümü için bir veya iki yol varken, bunları tekrarlamamız kadar normal bir şey var mıdır?
Kendi hatalarının sonucu oluşan her kötü durumdan ‘takdir-i ilahi’ diyerek sıyrıldığını sanan toplumun böyle yönetilmesi kadar da doğal bir şey yoktur.
İçinde bulunduğumuz coğrafyanın gizli ve açık yöneticileri için bu sorunlu dindarlar bulunmaz nimettir. Ancak bu durum, hepimizi etkiliyor. Hepimizi karanlığa sürüklüyor. Gidecek başka ülkemiz yoksa buna tepki göstermek hakkımız değil mi?
Son olarak şunu söyleyeyim. Kötü yaşam şartlarını, haksızlıkları, ‘tevekkül’ diyerek sineye çeken bir toplum istiyorsanız, maalesef ki doğru yerdesiniz.
Doğan Özcan