Nazife Babayiğit… Kocaeli’nin Gebze ilçesine bağlı Pelitli Köyü’nde yaşayan bu 77 yaşındaki kadın, PKK’nin dağ kadrosunda yer alan oğluna ördüğü kazağı göndermek istediği için ‘terör örgütüne yardım ve yataklık’ suçundan üç aydır elektronik kelepçeyle yaşamakta…
“Analar ağlamasın” denilen bir dönemde böylesi bir ceza neyin nesi?
Analık dediğimiz duygunun devlet, yasa dinlemeyecek kadar yüce bir duygu olduğunu bilmez misiniz? Bir insanın devlete göre suçlu olması, onun anasını da mı mahkûm eder?
Nazife Ana önce gözaltına alınarak 12 gün cezaevinde yatıyor. Sonra 6 yıl ceza alıyor. Yargıtay’ın kararı bozması üzerine 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılıyor. Yakınlarının başvurusu üzerine ise bu ceza hapis cezasından ev hapsine çevriliyor.
İşte ana yüreğinin evlat hasretine dayanamayışı, bu şekilde bir çile sebebine dönüştürülmüş oluyor bu memlekette. Nazife Ana’nın tek istediği oğluna kendisinin iyi olduğunu iletmekti. Ona bir fotoğrafını ve ördüğü kazağı yollamaktı. Ona erzak göndermekti. Yani bir ananın evladı için isteyeceği gibi… Aç kalmasın, üşümesin, diye…
Nazife Babayiğit’in belki de özgürlük olarak bildiği en önemli şeydi. Oğlunu koruyup kollayabilmek… Uzakta da olsa… Tıpkı annemin ben askerdeyken benim için bere örüp yollaması gibi. Ama tek fark var. O da evladına özlemiyle ördüğü kazak, onu soğuktan korumak düşüncesiyle giriştiği bu emek bu ülkede Nazife Ana’yı ‘suçlu’ kıldı. Benim anamdan neyi eksikti?
Bu sorunun cevabını verebilmenin tek yolu, bir insana onun annesi gözüyle bakabilmeyi becerebilmekten geçiyor. Yani onu bir insan olarak görebilmekten… İşte o zaman hiçbir anneyi diğerinden ayıracak bir fark olmadığını anlayabilirsiniz. Eğer bu devlet de bunu yapabilecek olsaydı, o kazağı ve o fotoğrafı kendi eliyle ulaştırabilirdi. Çok şey istemiş oldum değil mi? O zaman en azından gölge etmeseydi… O anayı analığından dolayı prangaya mahkûm etmeseydi… Bu da çok bir istekse eğer, atılan barış adımlarının bir anlamı kalır mı?
Diliyoruz ki bu gibi acı olaylar bir daha yaşanmaz ve bu büyük yanlış, bir an önce çözüme kavuşur. Yargı paketlerinin öncelikle bu masum, analıktan başka hiçbir ‘suçu’ olmayan insanları mahkûm etmemeyi sağlasın mesela. Çünkü analar evlatlarına kavuşacaksa, özgürlüğüne pranga vurulan insanların bu prangalardan kurtulması gerekiyor.
“Oğlumu görürseniz, ona yaşadığımı söyleyin.” Bu söz hiç iç burkmaz mı? Bu ülkede barış sürecine destek olmayıp, bir de yetmiyormuş gibi köstek olmaya çalışanlar için bu bile bir anlam ifade etmeyecek mi?
Dağda çatışan askerlerin de militanların da anaları aynı kaygıyı duyuyor. Evladının canının sağlığı… Geri kalan tüm kaygılar ise politikanın malzemesi olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Üzerinde analarının ağladığı bir vatan ne kadar vatan olabilir? Bir kez olsun sormuyorlar bile.
Topraklarına mermilerin, bombaların düşmediği, altında mayınların ve sahipsiz, cansız bedenlerin değil yaşamın yeşerdiği bir vatan içindir sözlerim. Gökyüzünde savaş uçakları değil, uçurtmalar uçtuğunda o vatan, vatan olmayı hak edecektir. Nazife Ana ve diğer tüm evlat hasreti ve tedirginlikle yaşayan anaların ayağında, boynunda, yüreğindeki prangalar yok olduğunda, barışı kucaklayacak bir toprak parçası yaratabiliriz.
Ve evet sevgili dostlar… Ana yüreği pranga bilmez. Ona evlat gerek… Bir an olsun politik çekişmeleri bir kenara bırakıp olaya sadece insani olarak bakmamız gerekiyor.
Doğan Özcan